Son Sefarad; Beyazıt Akman’ın İmparatorluk serisinin ikinci kitabı.
Beş asırdır anlatılmayı bekleyen bir hikâye; Sultan Bayezid’in savaşı.
1492’de Endülüs Medeniyeti katlediliyor. Tüm dünya seyirci kalıyor. Bir Osmanlı Sultanı hariç.
Kitaba kısaca bakalım: Granada İslam İmparatorluğu’nun çökmesiyle birlikte Katolik Avrupa’nın önündeki tek engel artık Sefaradlar, yani Endülüs Yahudileridir. Engizisyon her gün binlerce kitap yakmakta ve tarihin en büyük barbarlık suçunu işlemek üzeredir. İnancını saklamak zorunda kalan yüz binlerce Yahudi’den biri olan David Marrano, Endülüs’ün eski kültürünü devam ettirmeye çalışarak gizlice İbranice ve Arapça kitaplar çoğaltır. Ne var ki, Engizisyon, David’in ve aşkı Esther’in de izini bulmuştur.
Diğer yandan İspanyol denizci Kristof Kolomb ise, kütüphane yağmalamalarından ele geçirdiği Müslüman bilim adamlarının çizdiği haritalarla ve zindanda bulunun Müslüman ve Yahudilerden kurduğu mürettebatla dünya tarihini değiştirecek bir keşfin eşiğindedir.
Tüm bunların üzerine, Yahudiler Sultan Bayezid'den yardım isterler. Padişah, onlara büyük gemiler yaptırır ve onlar için uzun bir yolculuk başlar İspanya'ya.
Yolculuk esnasında Akdeniz'de korsanlar ve daha bir sürü tehlike bu gemileri ve kaptanları beklemektedir. Her biriyle ayrı ayrı savaş verip limana nihayet ulaşırlar.
Kısacası; Son Sefarad hem Endülüs’e yakılan bir ağıt, hem de 21. yüzyılda bile eksikliği hissedilen bir insanlık dersi sunuyor bizlere. Ben kitaptan en sevdiğim bölümlerden birini aşağıya bırakıyorum. Tarih kitabı okumakta zorlanan herkese de bu kitabı öneriyorum. Uzun ama film tadında bir kitap.
Şimdiden iyi okumalar…
“Piri Reis’in defterinden”
Pusula her zaman gerçeğin peşinde.
Yeryüzünün neresinde olursa olsun, her zaman aynı yönü işaret ediyor. İstanbul’da, Karadeniz’de, Ege’de ve işte şimdi kıyılarında volta attığımız Kuzey Afrika’da da, pusulanın o küçük iğnesi hep o yönün peşinde. Ne kadar dönerse dönsün, ne kadar savrulursa savrulsun ibre yine dönüp dolaşıp aynı istikamete işaret ediyor. Zaman ve mekân onu kandıramıyor.Gece karanlığında da, gündüzün göz alıcı ışıltısında da, suyun üstünde ve karada, çölde ve denizde, dağın doruklarında ya da vadilerin en alçak noktasında bu Elif şeklindeki ibre hedefinden hiç şaşmıyor.
Bu küçücük iğneye baktıkça kendimden utanıyorum
. Bazen saatlerce Mavi Aslan’ın güvertesinde oturuyor, elimde tuttuğum bu mucize aleti izliyorum. Böylesi bir sebat, böylesi bir irade, zamana ve mekâna böylesi bir kayıtsızlık beni kıskandırıyor. İnsanın içinde bulunduğu şartlar ve koşullar ne olursa olsun, sürekli aynı gerçeğin peşinde olabilmesi ne büyük bir nimet olsa gerek. Hiçbir zaman doğrudan şaşmamak! Mevki ya da statüye aldırmadan, gelip geçici heveslere kapılmadan, maddenin aldatıcı doğasına kanmadan, kayaların ortasında ya da kuş tüyü yastıklarda, bir kulübede ya da altın ve yakutlarla kaplı bir sarayda sürekli ama sürekli aynı inançla, aynı istikamete yürümek! Bir pusula Elif’i olabilmek!
Pusula kendi istikametini bulduğunda, diğer yönleri de rahatlıkla tanımlayabiliyor. Güneyi kuzeyden, doğuyu batıdan ayırabiliyor. İnsanoğlu da hakikatten ayrılmadığı zaman doğruyu yanlıştan ayırt edebiliyor. Hâlbuki sisli havalarda, dumanlı ufuklarda yolculuk etmek, insanın gideceği yönü belirleyebilmesi ne kadar zor!
İşte bu yüzden, yolunu bulması gereken insan önce kendini bilmeli. İstikameti bilmek, kendini bilmekle; kendini bilmek yeryüzünü ve evreni anlamakla başlıyor. Bir denizci, suların ortasında, hangi tarafa bakılırsa bakılsın 360 derece aynılığın merkezinde yapayalnızdır. Karalar ona görünmez, sular konuşmaz, her şey sus pus olur. Issızlık ve yalnızlık, hiçlik ve anlamsızlık, yokluk ve varlık kendisini insana hiçbir zaman olmadığı kadar derinden hissettirir. İnsan, denizin dibinde bir damla bile olmadığını, ama damlasız da bir denizin olmayacağını anlar. Suların ortasında hiç olmadığı kadar anlar insan bir parça toprak olduğunu. Her toprağın bir parça yeryüzü olduğunu ve yeryüzünün bir parça evren olduğunu.
Bunları anlayan insan pusuladan farklı mıdır? Bir pusula Elifi olabilmek; işte bütün mesele bu!
Sevgiyle…
Yorum yazarak Özgür Kocaeli Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Özgür Kocaeli Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Özgür Kocaeli Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Özgür Kocaeli Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Özgür Kocaeli Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Özgür Kocaeli Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Özgür Kocaeli Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Özgür Kocaeli Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.